Provence, Avrupa’da eşi benzeri bulunmayan özellikleri ile ön plana çıkmaktadır… Bir yanda Lavanta Tarlaları, Üzüm Bağları diğer tarafta yıllardır özenle korunmuş Ortaçağ’dan kalan yapıları muhteşemdir…Mistral rüzgarlarının yanında, Akdenizin cüretkar doğal olanakları geçmişden bu güne bölgenin değerinin hep korunmasını sağlamıştır… Provence; başta Cezanne, Van Gogh, Pierre Paul Puget, Pablo Picasso, Paul Gauguin olmak üzere bir çok sanatçıya esin kaynağı olmuş kasabaları, doğası ile sizleri beklemektedir…
Provence; Fransa’da bulunan 22 coğrafi bölgeden birisi olan “ Provence-Alpes-Côte d’Azur ” ‘un kısaltılmış ismidir.
Fransa’nın güney doğusunda yer alan bölgenin başkenti Marsilya’dır… Provence, bir tarafta Akdeniz, diğer tarafta İtalya ve Alp Dağları ile komşudur.. Ünlülerin ve zenginlerin bölgesi “Fransız Rivierası” bu bölgededir.. Marsilya dışında bölgenin en önemli şehirleri; Nice, Saint-Tropez, Toulon, Aix-Provence, Avignon, Arles, Antibes’dir.. Ayrıca Manoca Prensliği bu bölgenin içindedir..
Provence bölgesi Fransa’da gelir seviyesi açısından 3. büyüklüğe sahip bölgedir…Fransızlar arasında PACA olarak da isimlendirilen bölge turizm ile ön plana çıkmakta, yılda 35-40 milyon turisti ağırlamaktadır…
Provence bölgesi kendi içinde 6 bölüme ayrılmıştır : Bunlar Alpes-de-Haute-Provence, Hautes-Alpler, Var, Alpes-Maritimes , Bouches-du-Rhone ve Vaucluse’dur .
Fransa Bölgeleri ve Provence Provence Bölgesinde Gezdiğimiz Yer
Fransız yazar Jean Giono “Lavanta Provence’in Ruhudur” diyor.. Bizi de bu bölge için çeken en önemli unsur : Lavanta ve Lavanta Tarlaları oldu..Tüm gezi planımızı ona göre yaptık…Bu konuda dikkat edilmesi gereken en önemli konu “lavanta mevsiminin doğru seçilmesi” dir.. Yanlış bir tarih seçtiğinizde tarlalarda lavantaların hasat edildiğini görürsünüz…Daha detaylı bilgi için PROVENCE ve LAVANTA yazımızı okuyun ⇓⇓⇓
GEZveGEZ NOTU : PROVENCE BÖLGESİ gezi planlarınızı yaparken “Vaucluse Provence Pass” kartını inceleyin.. Gezi programınıza göre, avantajları varsa mutlaka alın..
“Vaucluse Provence Pass”
kartı ile ilgili daha fazla bilgiyi yazımın sonunda bulabilirsiniz….
Biz PROVENCE gezimizi 4 gün olarak planladık ve Lavanta Tarlalarının daha bol olduğu “ Provence-Alpes-Côte d’Azur ” ‘un BATI tarafını seçtik… Şimdi sizlerle gezi boyunca gördüklerimizi, yaşadıklarımızı gün gün paylaşmak istiyorum..
Provence’e ulaşmak için en uygun yol : Türkiye’den Marsilya’ya uçmak ve oradan bir araç kiralayarak dere-tepe gezmektir…
Bizde aylar öncesinden uçak biletimizi ve araç kiralama işini organize ettik ve yola çıktık.. İki gün boyunca Marsilya şehrini bir güzel gezdik.. (“Marsilya GezveGez Rehberi” yazımı..TIKLAYIN) .. Şimdi sırada Provence bölgesinin “batı” bölümünü adım adım gezmek.. Başka yollar olmakla birlikte provence bölgesini gezmenin en ideal yolu bir araç kiralamaktır.. Onlarca köy, lavanta tarlaları, tepeler, kaleler başka türlü tam olarak gezemezsiniz..!!
St. Charles Tren Garında bulunan ofislerden arabamızı alıp yola koyuluyoruz… Araç kiraladığımda cep telefonumda yüklü olan SYGİC navigasyon programını tercih ediyorum.. Hem internet istemiyor, hemde patika yollarda dahi zorlanmadan adresleri buluyorum..
Önceden yaptığımız planlar çerçevesinde ilk gün; Arles şehrini, Les Baux ve Saint Remy kasabalarını gezdikten sonra gece Avignon’a varmayı düşünüyoruz..Bir ara Les Baux köyünde “carrieres de lumieres” gösteri alanına gideceğiz..1. gün rotamızı ; “provence bölgesine giriş, bir merhaba deyiş” olarak isimlendirebiliriz, ancak diğer önemli amacımız Van Gogh’un izlerini sürmek.. Özellikle Arles ve Saint Remy‘de yaşamış olması, orada resimler yapması, yaşadığı yerlerin oralarda hala korunuyor olması bizi çok heyecanlandırıyor..
Provence-Alpes-Côte d’Azur bölgesinin güney batısında bulunan ARLES; Sokaklarında ki Orta Çağ atmosferi, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan “Roma ve Romaneks Anıtlar”, Picasso’nun resimlerinin de olduğu Reattu Müzesi ve bir dönem burada yaşaması nedeniyle “Van Gogh’un izleri” bu şehre ayrı bir hava katıyor.. Dünyaca ünlü fotoğraf festivaline ev sahipliği yapıyor olması da cabası…
Arles’in kültürel zenginliği, otantik yapısı, tarih kokan sokakları bizleri çok etkiledi.. Bu konuda sizlerle daha fazla bilgi paylaşımı yapmak istediğim için “Arles yazımı” daha geniş tutmak istedim.. Daha fazla bilgi için “Arles ve Van Gogh” yazımı okuyun.. Bunun için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz.. ⇓⇓⇓
ARLES’den gözümüz arkada kalarak ayrılıyoruz ( Belki bir gün tekrar geliriz, özellikle fotoğraf festivali zamanı)… Şimdiki rotamız Les-Baux-de-Provence köyü.. Hem Provence’in en güzel köylerinden birisini gezeceğimiz için, hemde köyün hemen yakınında bulunan “Carrieres de Lumieres” gösteri alanında “picasso & les maitres espagnols” sunumunu izleyeceğimiz için çok heyecanlıyız…
Les Baux-de-Provence köyüne; üzüm bağları ve zeytin ağaçları arasından geçerek yaklaştığınızda, çam ve selvi ağaçları arasında garip biçimli kireç taşları oluşumlu bu tepe sizi çok şaşırtacak..245 metre yükseklikteki bir tepeye kurulmuş olan Les Baux köyü tüm güzelliği ve ihtişamıyla sizi karşılayacak.. Les Baux köyünün güzelliği tescillenmiş ve 1998 yılında ( Les Plus Beaux Villages de France ) Fransa’nın en güzel köylerinden birisi olarak seçilmiş..Köyde turizm mevsiminde 400 kişi, diğer zamanlar 25-30 kişi yaşamaktadır.
Les Baux adı “baou” – “kayalık” sırt kelimesinden gelmektedir.. Bu da köyün konumunu özetlemektedir..1821 yılında mineralog Pierre Berthier tarafından köyün yakınlarında bir maden buldu.. Bu madene Köyün adından (Les Baux) esinlenerek Boksit (Bauxite) adı verilmiştir.. Dünyaya mal olmuş bir madenin adının bu köyden çıkmış olması da çok ilginçtir…Ancak bu maden 20. Yüzyıl başlangıcında tükenmiştir.
Les Baux’un ünü 1945’te lüks bir restoran olan “ L’Oustau de Baumanière” ‘nin köye gelmesiyle yükselmeye başladı…Daha sonra 1960’larda Kültür Bakanlarının verdiği destek ile köy bu gün yılda 1 milyon turistin ziyaret ettiği bir yer halini aldı..Michelin Yıldızlı “ L’Oustau de Baumanière” restaurantı bu gün hizmete devam etmektedir.
Les Baux’da çok büyük bir özenle restore edilmiş sokaklar, evler,minik meydanlar sizi en tepede bulunan Kale’ye (Château des Baux de Provence) ulaştıracak.. Kaleyi ziyaret etmek ücretli..İçinde zaman zaman savaş oyunları düzenleniyor..Zamanınız varsa gezmeyi düşünebilirsiniz.. “Château des Baux de Provence” hakkında daha fazla bilgi için şatonun kendisine ait internet sitesini tıklayabilirsiniz..
Kalenin hemen altında kısmen kayaya oyulmuş Saint Vincent kilisesi, penitant’ın şapelini küçük bir meydanda bulacaksınız..Terasından ovada güzel fotoğraflar elde edebilirsiniz.. Hôtel de Manville, Fondation Louis Jou, Santons Müzesi (giriş ücretsizdir), Musée Yves Brayer gezebileceğiniz diğer yerler.. Zaman zaman bazı tarihi mekanlarda sergilere de rastlayabilirsiniz. Bunun dışında; köyün sokaklarında yürümekten keyif alacak, hediyelik eşya satan dükkanlara göz atacak, karnınızı doyuracak mekanları da rahatça bulabileceksiniz..
Les Baux köyü ile ilgili daha fazla bilgi için www.lesbauxdeprovence.com/fr
Köye ulaşım için Arles’e veya Avignon’a varmanız ve buradan kalkan otobüslere binmeniz gerekiyor… Otobüsler yaz aylarında daha sık çalışıyor…. Arles 20 km. ve kalkan otobüs numarası (485).. Avignon 32 km. ve kalkan otobüs numarası (57)… Düzenli ve çok sayıda sefer olmadığı için en sağlıklı ulaşım aracının “araç kiralama” olduğunu söylemeliyim..
GezveGez notu: Biz arabamızı köyün eteklerinde bıraktık ve kaleye kadar çıkıp indik.. Tam tersini de yapılabilir, arabayı kale yakınlarına park ettikten sonra bu sefer gezmek için aşağı inip yukarı çıkacaksınız… Köyü gezmek için her durumda kale ile köyün girişi arasındaki hafif yokuşu çekmekte fayda var.. Önemli : Köyün yolları “arnavut kaldırımı” olduğu için sakın “topuklu ayakkabı” giymeyin…
Les Baux de Provence köyünün 800 metre kadar dışındaki terkedilmiş bir maden ocağında müthiş bir şov gerçekleşiyor….Yıllarca boksit çıkarılan bu maden 2012 yılı sonrasında bir gösteri merkezine dönüştürülüyor…Yüksek tavanları olan madenin duvarları, yer ve tavanına 100 civarında projeksiyon ile resimler yansıtılıyor.. Harika bir ses sistemi ile desteklenen gösteri “müthiş bir görsel şova” dönüşüyor..
Carrieres de Lumieres’de yıl boyunca canlı bir kültürel etkinlik programı yürütülüyor..Belli sürelerde tema ve programlar değişiyor.. Bizim gittiğimizde “Picasso&Les Maitres Espagnols” gösterisi ana temaydı ve ilave bir gösteri daha vardı… Gösterilerin süresi 15-20 dakika civarında ve arka arkaya devam ediyor (devamlı film seansları gibi)..Gösterinin ortasından girseniz de kaçırmış olmazsınız.. Burada, zaman zaman film gösterileri, piyano resitalleri de düzenleniyor..
O taraflara giderseniz Carrieres de Lumieres’de bir gösteriye mutlaka ve mutlaka gidin.. Hiç pişman olmazsınız.. Daha fazla bilgi için https://www.carrieres-lumieres.com
GezveGez Notu : Madenin içi serin, girerken yanınıza kalın bir şeyler alın…Gösteriyi tek bir yerden değil, yavaşça gezerek farklı açılardan seyredin.. Duvarların hepsi aynı olmadığı için gösterinin genel etkisi farklı yerlerde ve açılarda değişebiliyor…
Saint-Remy bir milli park olan “Parc Naturel Regional des Alpilles” ‘ın tam ortasında bulunan bir kasabadır..Kasabayı M.Ö. 6 yıllarında Keltler kurduktan sonra, Yunanlılar ve Romalılar hüküm sürer…Romalıların yerleşim kurduğu yer olan “Glanum” bu gün kısmi olarak ayakta ve kasabanın hemen yanındadır..
Ortaçağ daki yerleşim “eski şehir merkezi” olarak hala varlığını sürdürmektedir.. Kapılarından girdiğinizde dolambaçlı sokaklar, özel butikler, sevimli küçük meydanlar, çeşmeler, güzel restaurantlar sizi karşılayacaktır.. Aslında bu yazdıklarımı yerinde yaşayınca şöyle bir hissiyatınız olabilir : Ne kadar ŞIK sokaklar, ne kadar ŞIK mekanlar…Bizim içimizde böyle bir his uyandı da…!!!
Saint Remy kasabasının konumu, doğası, ürünleri, gastronomik yapısı, kültürel geçmişini bir yana bırakırsak “bu kadar ünlenmesine” 2 kişi neden olmuştur : Nostradamus ve Van Gogh…
Nostradamus adıyla daha iyi bilinen “Michel de Nostredame”, 16. yüzyılda tüm meslektaşları gibi astroloji ile ilgilenen bir rönesans doktoruydu. 14 Aralık 1503’te Saint-Rémy-de-Provence’de doğdu. Yaşamında “meslek hanesi”; hekim, eczacı, kâhin ve astrolog olarak doldu..Kasaba bu kahini olabildiğince turistik olarak da kullanmaktadır.. Saint-Remy’e gittiğinizde; evini, çeşmesini, adının verildiği sokağı ve Nostradamus ile ilişkilendirilen bir çok detayı görebilirsiniz…
Açıkcası Van Gogh’un bu kasaba üzerinde etkisinin çok daha fazla olduğunu Saint Remy’e gidince anlıyorsunuz.. Ünlü ressam Paris’de devam ettiği yaşamını güneye kaydırmış, Arles’de bir süre kaldıktan sonra Saint Remy’e gelmiş ve tedavi görmüştür..Tedavi gördüğü bir yıl boyunca burada 150 civarı resim yapmıştır..Bu sayede Van Gogh Saint Remy Kasabasına Damga vurmuştur.. Saint Remy’e gidince “Van Gogh Trail” olarak ta isimlendirilen şeyi yapabilirsiniz, yani Van Gogh’un izlerini takip edebilirsiniz..Bir süre tedavi gördüğü “Saint-Paul-de-Mausole Manastırı” ‘nı ziyaret ile başlayabilirsiniz.. Bahçesini gezmek ücretsiz, içeri ve odasını gezmek için bir ücret ödemeniz gerekiyor..Daha sonra Van Gogh’un resimlerine konu olan yerleri tek tek gezebilirsiniz…Her yerin önünde resmiyle ilgili bir tabela var.. “Van Gogh Trail” haritası için tıklayabilirsiniz.. Daha detaylı bilgi ve orijinal harita için Saint Remy Turizm Ofisine uğramanızda fayda var (Turizm Ofis adresi için tıklayın)..
Saint-Remy aynı zamanda bir gastronomi bölgesinin de kalbinde yer almaktadır. Alpiller boyunca, zeytin bahçeleri ve üzüm bağları ile bezenmiş alanlar bize pek çok ünlü zeytinyağı ve Provence şarapları sunmaktadır. Organik olarak yetiştirilen bu ürünleri Çarşamba pazarında ve bazı dükkanlarda bulabilirsiniz..
Centre Ville (eski şehir merkezi) : Şık sokaklara dalın, dükkanlara bakın, meydanlarda nefes alın, restaurantlardan birini seçin ve keyfinize bakın.
Saint-Paul-de-Mausole Manastırı : Psikiyatri kliniğine dönüştürülen onbirinci yüzyıldan kalma güzel bir manastır. Van Gogh 8 Mayıs 1889’dan 16 Mayıs 1890’a kadar bir yıldan fazla bir süre boyunca burada kaldı.
Glanum : Yüzyıllar boyunca tepeden aşağı inen alüvyonlu çamurlarla kaplı olan Glanum, olağandışı bir şekilde korunmuş ve Provence’ın en önemli antik yerlerinden birisidir.. Kazılar 1921 yılında başlamıştır.
Musée des Alpilles , Musée Estrine, Hôtel de Sade, Chapelle Notre Dame de Pitié, Collégiale St. Martin, Les Antiques diğer önemli gezilecek yerler..
Wednesday morning market (Çarşamba Pazarı) : yerel ürünlerin, hediyeliklerin ve bir çok ürünün olduğu bölgenin en ünlü pazarlarından birisi.. Doğal ürünleri de üreticinin kendisinden kolaylıkla alabileceğiniz bir yer (öğlene kadar açık olduğunu unutmayın…!!)
Sanat Pazarı : Yaz aylarında her salı akşamı saat 19.00’dan gece yarısına kadar La Mairie ve Avenue de la Résistance’da düzenlenir. Seramik, tekstil, mücevher, şapka, sabun, cam eşya ve daha bir çok ürünü bulabilirsiniz..
Fête de la Transhumance : İlginç bir gelenek.. İlkbahar bitiminde dağlardaki tüm hayvanlar kamyonlarla kasabaya getirilir ve bir cadde boyunca gezdirilir.. Adeta bir hayvan denizi olur..(Tarihi için turizm ofisini arayın..)
Route des Artistes : İlkbahar bitiminden sonbahar başına kadar bazı pazar günleri resim sanatçıları “route des artistes” etkinliği kapsamında eski şehir etrafındaki caddelere resimlerini yerleştirirler.. Çok saygın bir sanat pazarı’dır..
Féria Provençale : Her yıl 10-15 Ağustos tarihinde yapılan (değişebiliyor) geleneksel bir festival..Boğa güreşleri,at yarışları,festival korteji..Bir hayli ilginç..
Kasabaya ulaşım için Arles’e veya Avignon’a varmanız ve buradan kalkan otobüslerle ulaşım sağlamanız gerekiyor… Otobüsler yaz aylarında daha sık çalışıyor…. Arles 38 km. ve kalkan otobüs numarası (184).. Avignon 29 km. ve kalkan otobüs numarası (057)… Düzenli ve çok sayıda sefer olmadığı için en sağlıklı ulaşım aracının “araç kiralama” olduğunu söylemeliyim..
Avignon’a 1. gün akşama doğru geldik ve otelimize yerleştikten sonra şehri keşfe başladık….Avignon “tarih” sahnesinde önemli bir yeri olan, ortaçağ esintileri taşıyan ve UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde eserleri olan çok güzel bir şehir .. Akşam başlayan Avignon gezimize günün ilk saatleri ile başladıktan sonra kendimizi serin akar suların olduğu iki köy olan ; L’Isle-sur-la-Sorgue ve Fontanie-de-Vaucluse‘ye atacağız.. Günün sonuna doğru Gordes köyüne ve daha önemlisi LAVANTA ile ilk buluşmamız olacak simgesel yapı “Abbaye Notre-Dame de Senanque” ‘ye ulaşmayı planlıyoruz..
Yani; önce TARİH, sonra SERİN SULAR……Ardından LAVANTA…
Tarihin bir dönemine damga vurmuş ” Papalar Şehri” Avignon… Tarihi Merkez: Papalık Sarayı, Piskopos Topluluğu Eserleri, St. Benezet Köprüsü ile Unesco Dünya Kültür Mirasına girmiş muhteşem bir tarihsel doku.. Rhone nehrinin ihtişamı ve şehre kazandırdığı güzellik.. Dünyanın en önemli “Tiyatro festivali” ‘ne yaptığı ev sahipliği..
Avignon’un tarihi dokusu muhteşem …Hikayeleri de oldukça bol.. Size daha fazla bilgi vermek istediğim için “AVIGNON yazımı” daha geniş tutmak istedim.. Avignon ile ilgili daha fazla bilgi için ” papalar Şehri Avignon” yazımı okuyun …Bunun için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz.. ⇓⇓⇓
Avignon’dan ayrılıyoruz ve havanın sıcaklığının da etkisi ile “serin sular” a doğru iştahla yola çıkıyoruz… Gordes öncesi uğrayacağımız köylerin ikisi de akarsuların içinden geçerek güzelleştirdiği yerleşimler…
Provence Venediği : Sorgue nehri, Alplerin eteklerindeki Fontaine-de-Vaucluse köyünden doğan ve Rhone nehri ile birleştikten sonra Akdeniz’e dökülen bir akarsudur.. Bu nehir, L’Isle-sur-la-Sorgue kasabasına geldiğinde kolları ile beraber kasaba çevresinde bir daire oluşturmuş, adeta bir ADA meydana getirmiştir… Sorgue nehrinin oluşturduğu bu harika konumundan dolayı ciddi bir turizm potansiyeli olan L’Isle-sur-la-Sorgue kasabası Fransa’da “ Provence’in Venediği” olarak da anılmaktadır..
Yolunuz o taraflara düşerse tarihi 12. yy’a dayanan bu kasabaya mutlaka uğrayın.. Kanallar arasında dolaşın, minik köprülerin üzerinde fotoğraflar çekin, su değirmenlerini görün, kanal kenarında suları seyrederek kahvenizi yudumlayın, kasabanın eski şehir merkezindeki sokaklara dalın.. Yaz aylarında gittiyseniz, ayaklarını suya sokarak serinleyenlerin göreceksiniz. Hemen paçaları sıvayıp ayaklarınızı serin sulara daldırın ve sizde serinlemeye başlayın… ( biz öyle yaptık ve çok keyif aldık…)
Bu “ada kasaba” dünyaca ünlü bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor : “L’isle sur la Sorgue Antika Fuarı” … Nisan ayında ve 15 Ağustos tatili sonrasında yapılan bu fuarlara ülkenin ve dünyanın bir çok yerinden 100.000 in üzerinde ziyaretçi gelmektedir..Normal zamanlarda L’isle sur la Sorgue kasabasının ara sokaklarında da antikacı dükkanları görmek mümkündür…
Geçmişde Sorgue nehri’nin akış gücü endüstriyel olarak da kullanılmış.. Nehir üzerinde kurulan değirmenler ipek üretiminde ve kağıt üretiminde etkin olarak yer almışlar.. Eski şehir merkezinde bulunan 10 kadar değirmen, bugün kasabanın görselliği arttırmak, turistlere foto malzemesi çıkarmak için dönüyor…
Avignon’dan Tren ve Otobüs ile L’ısle sur la Sorgue kasabası’na ulaşabilirsiniz..Trenler Avignon merkezinde bulunan ” Gare d’Avignon Centre” ‘den hareket ediyor..Otobüsler de garın hemen yanından hareket ediyor.. Yinede en sağlıklı ulaşım aracının “araç kiralama” olduğunu söylemeliyim..
Fontaine-de-Vaucluse köyü L’ısle-sur-la-Sorgue kasabasına 8 km. mesafededir. Sorgue nehrinin kaynağının yanına kurulmuş; yeşillikleriyle, akarsuyun ihtişamıyla bir çok sanatçıya ilham kaynağı olmuş, son derece güzel bir köy.. Merkezine geldiğinizde tarihi köprü, su değirmeni, çınar ağaçları, nehrin yanına konumlanmış restaurant-cafe ve oteller dikkatinizi çekecek…
Köy merkezinden nehrin kaynağına 15-20 dakikalık bir yürüyüş ile ulaşabilirsiniz.. Tatlı bir yokuş ile devam eden yol; önce beton, sonra toprak, son 1 kilometresinde patika şeklindedir… Sorgue nehrinin asıl kaynak noktası yeraltındadır.. Fakat yolun sonunda bir mağara, çukur ve minik bir gölet bulacaksınız.. Mağaranın yanında su seviyesini gösteren tabelalar var.. Bu sayede geçmişten günümüze suların ne kadar azaldığını görebilirsiniz.. Sorgue nehrinin kaynağından yılda 630 milyon m3 su akmaktadır.. Yeraltından kaynayan bu nehrin yüksek debisi Fransa’da birinci, dünyada beşinci sıradadır.
Sorgue nehrinin kaynağına giden yolda suyun yanında dinlenme alanları, ağaçların ihtişamı, suyun zümrütsü rengi ve berraklığı görülmeye değer.. Ayrıca yolun karşısında on dördüncü yüzyıldan kalma Cavaillon Piskoposları kalesi dikkatinizi çekecek..
Fontaine-de-Vaucluse ‘da Sorgue nehrinin yüksek debisi, 16. Yüzyıldan 1960’lara kadar kağıt değirmenlerine enerji kaynağı olmuş. Nehir kenarından kaynağa doğru yürümeye başladığınızda, hediyelik eşya satan yerlerin yanından geçerek kağıdın nasıl yapıldığını gösteren, bir su değirmeninin yanına konumlanmış Kağıt Yapım Atölyesini ücretsiz olarak ziyaret edebilirsiniz. Atölyenin hemen yanında bulunan mağazadan kağıtlarla yapılmış hediyelik eşyalardan satın alabilirsiniz.
Fontaine-de-Vaucluse’ın büyüleyici konumu ; Boccaccio, Chateaubriand, Rene Char, Frederic Mistral gibi yazarlara ilham kaynağı olmuştur.. Ama en önemlisi Francesko Petrarca’dır.. Ünlü İtalyan bilim adamı, hümanist şair Petrarca 15 yıl kadar bu köyde yaşamıştır.. Günümüzde kendisiyle ilgili bir müzeyi gezebilir ve köy meydanında doğumunun 500. yılında dikilmiş sütunu bulabilirsiniz…Ayrıca köyün merkezinde küçük bir “santon müzesi” vardır..
Fontaine-de-Vaucluse köyü; Avignon’a 34 km. , L’Isle-sur-la-Sorgue Kasabasına 8 km. mesafededir..Köye düzenli ulaşım yolları yoktur.. En mantıklı yol: Avignon’dan L’Isle-sur-la-Sorgue Kasabasına Tren ile gitmek ve oradan 8 km. mesafe için taksi kullanmaktır… Yinede en sağlıklı ulaşım aracının “araç kiralama” olduğunu söylemeliyim..
Artık Lavantalarla buluşmak için sabırsızlanıyoruz ve arabamızın rotasını Gordes’e doğru çeviriyoruz.. Gordes’in 5km. yakınında lavanta görselleri ile simgeleşmiş, dünyaca meşhur bir yapı var : Sénanque Manastırı.. Manastır ve Lavanta görselleri o kadar bütünleşmiş ve o kadar ünlenmiş ki “bu manastıra gitmeden ve orada fotoğraf çektirmeden olmaz” diye düşündük…
Senanque Manastırı, 1148 yılında Vivarais’teki Mazan Manastırı’ndan Cavaillon Piskoposu tarafından buraya çağrılan on iki Cistercian (sistiryen) rahip tarafından kuruldu.. Çok sade mimari özelliklere sahip bu yapıda hala manastır faaliyetleri devam ettirmektedir…
Bir vadinin içinde kurulmuş manastırın bahçesi yüksek duvarlarla çevrilmiş durumdadır.. Uygun saatlerde gitmediyseniz ; manastırın çevresini gezebilir, yan taraflardan , duvarların üstünden (bazen çıkılmaması yönünde ikaz alabilirsiniz) bu eşsiz manzarayı fotoğraflayabilirsiniz… Manastır ile ilgili; ziyaret saatleri, rehberli turlar, konaklama ve ulaşım imkanları hakkında daha fazla bilgi almak için www.senanque.fr sitesini ziyaret ederek her türlü ayrıntıyı ulaşabilirsiniz…
“Luberon bir ülke olsa başkenti GORDES olurdu”… Fransızların bu deyişi Luberon Bölgesini, özellikle Gordes’i çok güzel özetliyor…
Sivri bir tepe üzerinde bulunan kale ve kilise…Tepeden aşağıya doğru bir spiral misali sıralanmış taş evler…Luberon ovasına hakim bir silüet…Arnavut kaldırımı döşenmiş, dar ve dolambaçlı sokaklar…Gordes’i tanımlamak için elbette bunlar yetmez..
Gordes, geçmişten bu güne sayısız ünlüye ev sahipliği yapmış ve yapmaya devam eden bir köy.. Yapısında bir “asalet olduğunu” gidince hemen seziyorsunuz… Özellikle yaz aylarında; festivallere, konserlere, sayısız sergiye ev sahipliği yapıyor olması asaletinin yanına kültürü de eklemenize neden oluyor…Gordes’de ”denizi olmayan bir sayfiye köyü” havası son derece baskın.. Sessiz ve sakin yapısı, tepenin eteklerindeki evlerin “havuzlu villalar” olması da bu durumu yaratıyor olabilir..
Gordes’e yaklaştığınızda kıvrımlı bir yol yardımıyla köyün merkezine ulaşacaksınız… Köy tam karşınıza geldiğinde arabanızı durdurun ve bu “çarpıcı” görüntüyü mutlaka fotoğraflayın…( İnternetde ki “gordes” aramalarınızda karşınıza çıkan ilk fotoğraf budur. “benim 1. fotoğrafım”)
Son dönemde Gordes’in ününün artmasına asıl neden olan bir film oldu : A Good Year.. Film İngiliz yazar Peter Mayle’nin aynı adı taşıyan 2004 yılında yayınlanan romanından sinemaya aktarılmıştır… Başrollerini Russel Crowe ve Marion Cotillard’ın paylaştığı film Gordes’de geçiyor.. Bu gün filmin geçtiği bazı mekanları köyde bulabilirsiniz..Örnek; Le Renaissance Restaurant… “A good year” filminin bazı sahneleri bu restaurantda çekilmişti…Zamanınız varsa yemek yeyin veya bir fincan cafe yudumlayın..Restaurantın önünde, çeşmesi olan güzel küçük bir meydan var…Ama Gordes’e gelmeden önce “a good year” filmini mutlaka seyretmelisiniz..!!
Gordes’de neler yapılabilir :
⇒ Daracık sokaklarda, taş evlerin arasında geçerek köyü baştan başa yürüyün..
⇒ Tüm Provence’ın en güzel otellerinden biri “La Bastide de Gordes” ’i de gezmeyi ihmal etmeyin.
⇒ Yüzyılda inşaa edilen ve Rönesans döneminde yeniden düzenlenen Kale’yi (Şato) ve içinde bulunan müzeyi (Pol Mara müzesi) ziyaret edebilirsiniz.
⇒ Aziz Firmin Sarayı’nın mahzenlerini gezebilirsiniz.
⇒ Romanesk kökenli çok güzel Saint-Firmin kilisesini kaçırmayın .
⇒ Salı sabahları “gordes market” var..Hediyelik, yöresel gıda ürünleri sizi bekliyor.
⇒ Zamanınız varsa Luberon ovasına bakan bir cafe’ye geçin ve güneşin batışını keyifle izleyin (Biz yaptık, çok keyif aldık…)
Village des Bories Gordes’e 1,5 km. mesafede olan bir açık hava müzesi….Bazı görüşler tunç çağından kalma yapılaşma olduğunu söylüyor..Sadece kuru taşlarla inşaa edilen bu eski yerleşim yeri size ilginç anlar yaşatabilir…Detaylı bilgi için ; https://en.levillagedesbories.com/
Gordes’i gezdikten sonra konaklama yapacağımız Cavaillon Kasabasındaki otelimize ulaştık ve eşyaları bırakır bırakmaz yemek için merkeze doğru yola çıktık.. Cavaillon küçük ve sakin bir kasaba.. Kapanma zamanına yakın “tripadvisor” dan bulduğumuz restaurantımıza gittik ve yemeğimizi afiyetle yedik.. Yemek sonrası buralarda çok meşhur olan “Cavaillon Kavunu” nu tatmayı ihmal etmedik.. Bu bölgede yetişen kavunlar çok lezzetli, tavsiye ederim..Başka yerlerde marketlerde de satılıyor…
Gordes’e ulaşmak için en uygun yol Avignon’u kullanmak.. 50 km civarında olan bu yolu değişik araçlarla katedebilirsiniz.. 1. yol: Avignon’dan tren ile Cavaillon kasabasına gelip, buradan 17 nolu otobüs ile Gordes’e ulaşım sağlamak… 2. yol: Avignon’dan 15 nolu otobüs ile yola çıktıktan sonra “coustellet” köyünde aktarma yapıp Cavaillon’dan gelen 17 nolu otobüs ile Gordes’e ulaşmak…Yinede en sağlıklı ulaşım aracının “araç kiralama” olduğunu söylemeliyim..
“Lavanta’nın İzinde” yaptığımız gezimiz devam ediyor…Alçak bölgelerde Lavanta hasadı bittiği için daha yüksek irtifaya doğru hareket edeceğiz..Bu güne “Lavanta Müzesi” ile başlayacağız. Yolumuzun üzerindeki Musee de la Lavande‘ye uğradıktan sonra Menerbes köyüne geçeceğiz, oradan Lacoste köyünü ziyaret edeceğiz.. Ardından Bonnieux köyünden Roussillon ‘a ulaşmayı planlıyoruz.. Buralarda Lavanta ile karşılaşamazsak son umudumuz Sault olacak..
Güne “Lavanta Müzesi” ile başlıyoruz.. Provence bölgesinde birkaç tane lavanta müzesi bulunmaktadır.. (Provence bölgesindeki diğer müzelerin ayrıntısını PROVENCE ve LAVANTA yazımda okuyabilirsiniz). Yolumuzun üzerinde Coustellet kasabasında ki “musee de la Lavande” yi ziyaret ediyoruz. Bu tip müzelerde beklentinizi çok yüksek tutmayın. Bir giriş parası alırlar, birkaç video gösterdikten sonra eski üretim makinalarını görürsünüz, üretim hasadını ve damıtma işlemini canlandırırlar ve sizi “satış reyonu” na yönlendirirler.. Nitekim öyle oluyor.. Müze hakkında daha fazla ayrıntı için www.museedelalavande.com sitesini ziyaret edebilirsiniz..
Menerbes Köyüne karşıdan baktığınızda , yeşillikler içinde yüzen, üzüm bağları ve meyve bahçeleri ile süslenmiş Luberon Ovası’ nda adeta bir gemi gibi yükselmiş bir yerleşim olarak göreceksiniz…Derin bir tarihi geçmişe sahip olan Menerbes zamanında “güvenlik” amaçlı olarak bir tepenin üstüne kurulmuş. Menerbes bu gün hem ihtişamı, hem seyri doyumsuz manzaraları karşımıza çıkarıyor..
”Fransa’nın en iyi köyleri “ listesinde yerini alan Menerbes’de zengin tarihi geçmişinin nasıl korunduğunu daracık sokaklarını gezerken göreceksiniz.. Eski evlerin köye nasıl bir kimlik verdiğine şahit olacaksınız.. Menerbes bir çok sanatçıya ev sahipliği yaptı : Rus ressam Nicolas de Stael, şair ve politikacı Clovis Hugues, , İngiliz yazar Peter Mayle ve Picasso’nun metresi fotoğraf ve resim sanatçısı Dora Moor..Bu gün Picasso’nun Dora Moor’a aldığı evi (maison dora moor) köyde görme imkanınız vardır.. Sinema yapımcısı ve özellikle “Emmanuelle” serisi filmler ile ünlenen Yves Rousset-Rouard burada yaşamış ve hatta 1995 yılında belediye başkanlığına seçilip, 2014 yılına kadar görev yapmıştır..
Köyün tepesinde, batı ucunda eski bir şato ve doğusunda ise bir kilise yer almaktadır. Köyün sağ üst köşesinde 18. yüzyıldan kalma belediye binası dikkatinizi çekecektir…Köyün sokaklarını gezin ve belediye binasının bulunduğu küçük meydana ulaşın ..Burada bulunan çan kulesinin ferforje olduğunu göreceksiniz.. Ve çan kulesinin önündeki teraslardan doyumsuz Luberon Ovası manzarasını seyre koyulun…
Tirbuşon Müzesi : Tirbuşon, 12. yüzyılda Fransızlar tarafından icat edildi.. Menerbes Köyüne 2 km. mesafede ilginç bir müzesi var…Ziyaret edebilirsiniz…https://www.domaine-citadelle.com/le-musee/
Menerbes’e ulaşmak için en uygun yol Avignon’u kullanmak.. 50 km civarında olan bu yolu değişik araçlarla katedebilirsiniz.. 1. yol: Avignon’dan tren ile Cavaillon kasabasına gelip, buradan 18 nolu otobüs ile Menerbes’e ulaşım sağlamak… 2. yol: Avignon’dan 15 nolu otobüs ile yola çıktıktan sonra “coustellet” köyünde aktarma yapıp Cavaillon’dan gelen 18 nolu otobüs ile Menerbes’e ulaşmak…Aix-en-Provence’den otobüs ile Cavaillon’a gelip, oradan Menerbes’e ulaşabilirsiniz…Yinede en sağlıklı ulaşım aracının “araç kiralama” olduğunu söylemeliyim..
Lacoste, yeşil bir tepenin üzerine kurulmuş tipik bir Provence köyüdür.. Zirvedeki kalesinden Bonnieux köyü, Le Mont Ventoux dağı ve Luberon ovasının güzel manzaralarına hakim bir yerleşimdir…Köyün adı ile “dünyaca ünlü bir markanın ilişkisini” bulamadım.. Ancak bu köy zamanında ünlüleri ağırlamış ve hala ağırlamasıyla ile ön plana çıkan bir yerleşim yeridir.. Geçmiş de “sadizmin” kurucusu Marquis de Sade, günümüzde ise ünlü modacı Pierre Cardin köye imzalarını atmışlardır..
Lacoste köyü her haliyle bir açık hava müzesi görünümündedir.. Orta Çağ ve Rönesans döneminden kalmış güzel eski taş evlerle, kemerli lentolarla, paket taş döşenmiş sokaklarıyla ve tonozlu geçitlerle gidilesi bir yerdir.. Ayrıca 12. yüzyıldan kalma Saint-Trophime kilisesi, 1793’den kalma bir çan kulesini ve Portail de la Garde kapısını görmeden gelmeyin.. Bu arada Salı sabahları köy pazarı olduğunu unutmayın…
Marquis de Sade, Fransız aristokrat ve felsefe yazarıdır.. Erotik edebiyat’a önem vermiş, genellikle sert pornografik yazılar yazmıştır.. Sadizmin özü, “ acı çektirmekten zevk duymak” şeklinde özetlenebilir. Bu fikrin kurucusu Marquis De Sade ise durumu eylemle sınırlı tutmamış, işin felsefesine inmiş ve sonunda SADİZM’e adını vermiş..Sadizme aşırı kafasını takması ve fiili eylemlere geçmesi onun hayatının yaklaşık 29 yılını hapishanede, 13 yılını akıl hastanesinde geçirmesine neden olmuştur..
Kötü eylemleri nedeniyle Paris’den kaçmak zorunda kalan Marquis de Sade Lacoste gelmiş ve 11. Yüzyılda yapılan ve ailesine ait şato’da (Château de Lacoste) yaşamaya başlamıştır..(tabiki rezil eylemlerine burada da devam etmiş..)
Dünyaca ünlü tasarımcı Pierre Cardin, 2001 yılında Château de Lacoste‘i satın aldı.. Şatoyu ve köyde bulunan bazı evleri restore etti. Özellikle hem şato içinde hem de şatoya ait kireç ocağında tiyatro mekanları yaptırdı.. Şimdi Lacoste köyü ve şato; kültürel festivallere, tiyatro gösterileri ve konserlere ev sahipliği yapıyor… Neden Château de Lacoste’i satın aldığı sorulduğunda, Cardin “zevkim için” cevabını vermektedir.. Yaz aylarında şato ziyarete açılıyor.. Şatoda ; Marquis de Sade’nin özel eşyalarını, Pierre Cardin’in seyahatlarından topladığı özel koleksiyon mobilyalarını ve kendisi tarafından seçilen çağdaş sanat eserlerini bulabilirsiniz.. Ayrıca yaz aylarında yapılan festival ile köy daha da şenleniyor.. Lacoste Festivalinin ayrıntılarına bu link’den ulaşabilirsiniz.. https://www.festivaldelacoste.com/
Köyün sanatla ilişkisi bir çok alanda devam etmektedir.. Özellikle 1970 yılında kurulan “Lacoste Sanat Okulu” buraya ayrı bir hava vermiş ve daha sonra “Savannah Sanat ve Tasarım Okulu” SCAD tarafından devralınmış ve hala faaliyetlerine devam etmektedir. https://www.scad.edu/locations/lacoste
Lacoste Köyüne ulaşmak için en uygun yol Avignon’u kullanmak.. 50 km civarında olan bu yolu değişik araçlarla katedebilirsiniz.. 1. yol: Avignon’dan tren ile Cavaillon kasabasına gelip, buradan 18 nolu otobüs ile Lacoste Köyüne ulaşım sağlamak… 2. yol: Avignon’dan 15 nolu otobüs ile yola çıktıktan sonra “Bonnieux Pont Julien” köyünde aktarma yapıp Lacoste Köyüne ulaşmak…Aix-en-Provence’den otobüs ile Cavaillon’a gelip, oradan Lacoste Köyüne ulaşabilirsiniz…Yinede en sağlıklı ulaşım aracının “araç kiralama” olduğunu söylemeliyim..
Bonnieux‘a hangi yönden giderseniz gidin, köyün tepesindeki “kilise kulesini” gelmeden önce mutlaka göreceksiniz.. Lacoste köyünün tam karşısında hakim bir tepeye konumlanmış olan Bonnieux köyünün 425 m yükseklikteki kilise kulesi, köyün kırsalına ve çevresine hakimdir….
Bu bölge geçmiş de bir dönem vatikan kontrolüne girmiş ve papalık yerleşim bölgesiymiş.. Bu süre zarfında Bonnieux’da çok sayıda piskopos yaşamış.. O dönemin etkileyici evlerinden bazılarını bugün hala köyde görebilirsiniz….Provence bölgesinde gördüğümüz diğer köylerden Bonnieux’u ayıran en önemli özellik; o dönemin zenginliğinin, prestijinin, ağırlığının sokaklarda, binalarda az da olsa hissediliyor olmasıdır..
Bonnieux köyün tepesinde bulunan ‘Vieille Eglise’ (eski kilise) 12. Yüzyılda yapılmış ve Roma / Gotik tarzdadır..Sedir ağaçları ile çevrili kilise bu gün kullanımda değildir..Köyün merkezinden önce sağlam bir yokuş tırmandıktan sonra bir terasa geliyorsunuz ve 86 taş basamak ( biz 91 saydık..) çıktıktan sonra kiliseye ulaşıyorsunuz…
Eski kilise’ye çıkması biraz zor olabilir.. Ancak çıktığınızda elde ettiklerinize değeceğini şimdiden söyleyebilirim... Kilise terasından üzüm bağlarını seyredebilirsiniz. Özellikle lavanta mevsiminde rengarenk ovaların seyri doyumsuz olacaktır. Bonnieux köyünün hemen yanında 250 hektar alan sedir ağaçları ile süslenmiştir. Bu ormanı da hayranlıkla izleyebilirsiniz.. Ayrıca Monts de Vaucluse, Mont Ventoux tepelerini ve Lacoste, Gordes ve Roussillon köylerini görebilirsiniz…
Eski bonnieux sakinleri yıllarca bu tepenin üzerinde yaşamışlar, köyün çevresinde güvenlik amaçlı surlar inşaa etmişlerdir.. Surların bir kısmını bu gün de görme imkanınız vardır.. Yerleşimin tepenin eteklerine doğru yayılmasına uzun yıllar ikna olmamışlardır.. On yıl kadar süren ikna çalışmaları sonunda tepenin eteklerine yakın yerde daha yeni olan “Yeni Kilise” nin ‘Eglise Neuve’ (1870) inşaa edilmesiyle yerleşim ovaya doğru yayılmaya başlamıştır… Yeni kilisede Tutkunun sahnelerini temsil eden, ilkel on dokuzuncu yüzyıl figürleri dikkatinizi çekebilir..
Diğer provence köylerinin aksine burada 12 ay boyunca yaşamın canlı olması önemli bir farklılığıdır..Bu arada Bonnieux köyünde restorantların daha fazla olduğunu söylemeliyim.. Cuma sabahları köy pazarının olduğunu unutmayın.. Hotel de Rouville, 18. yüzyıldan kalma (eski belediye) binanın ön cephesini görebilirsiniz..Ama en önemlisi LAVANTA ZAMANI’nı denk getirebilirseniz tarlalar arasında gezmek bir ömür olacaktır..
NOT : Biz 27 temmuz tarihinde köydeydik ve lavanta hasadı 15 gün önce sona ermişti !!! Lavanta hasadı zamanı her yıl birbirinden minik farklılıklar göstermektedir..İklimler çok önemli bir etken olduğu için, zamanlamanızı çok iyi yapmak zorundasınız !!!
Bonnieux Köyü Çevresinde Gezilecek Yerler
Ekmek Müzesi : Ekmek koleksiyonunu göreceğiniz, tarihi ve üretimi hakkında çok şey öğreneceğiniz Boulangerie Musueum’u ziyaret etmeden Bonnieux’den ayrılmayın.. Bu müze size ekmeğin zanaatkar bir tarzda nasıl yapıldığını anlatmaktadır… Ulaşım için TIKLAYIN…
Lavanta ile ilgili üretim yapılan tesislerin satış ofislerinden ürün almak istiyorsanız bu bölgeye yakın 2 adet tesis bulunmaktadır.. Bu tesislerde Lavanta ile yapılmış balları, çeşitli esanslar, bitkisel krem ve ilaçları bolca bulabilirsiniz.. Buoux Les Agnels ve Le Mas des Abeilles (Bal ağırlıklı ürünler var), lavanta ile yapılan ürünlerini örneklemek için sizleri bekliyor… Buoux Les Agnels’e ulaşım için TIKLAYIN…Les Mas des Abeilles’e ulaşım için TIKLAYIN..Her iki tesis de birbirlerine çok yakın konumdadırlar.. Ayrıca gitmeden önce internet sitelerinden firmaları ve ürünlerini inceleyebilirsiniz…https://www.lesagnels.com/ ve diğeri http://www.masdesabeilles.com/
Dünyaca ünlü marka Hermès‘in tasarımcılarından birisi olan Nicole de Vésian tarafından 1986 yılında satın alınan Jardin de La Louve 10 yıl süren çabalar sonunda muhteşem bir sanatsal bahçeye dönüştü… Yaşlanan Nicole başka bir eve geçti ve bahçeyi başkalarına sattı..Bahçe bugün ilk tasarlanmış formunu korumaktadır..Bahar ve yaz aylarında rezervasyon yapılarak bahçe gezilebilmektedir….Ulaşım için TIKLAYIN.. Rezervasyon yapmak için internet sitesini kullanabilirsiniz : http://www.lalouve.eu/
La Tour Philippe kulesi, bu bölgedeki en ilginç yapılardan birisidir..Deniz manzarasını görmek isteyen, ancak projesini tamamlamadan önce ölen sanatçı ve heykeltıraş Philippe Audibert tarafından tasarlandı ve 1885 yılında tamamlandı.. Sedir ağaçları arasında bulunan kuleden, havanın açık olduğu bir günde, Akdeniz’de Marsilya yakınlarındaki “Etang de Berre” görülebiliyormuş.. Ancak kule şu an ziyarete kapalı.. Kuleyi dışarıdan görebilirsiniz: Lourmarin yolunda ve köyden 6 km. uzaklıkta..Ulaşım için TIKLAYIN..
Bonnieux Köyüne ulaşmak için en uygun yol Avignon’u kullanmaktır.. 50 km civarında olan bu yolu değişik araçlarla katedebilirsiniz.. 1. yol: Avignon’dan tren ile Cavaillon kasabasına gelip, buradan taksi ile Bonnieux Köyüne ulaşım sağlamak… 2. yol: Avignon’dan 15 nolu otobüs ile yola çıktıktan sonra “Bonnieux Pont Julien” köyünde aktarma yapıp MP14 nolu otobüs ile Bonnieux Köyüne ulaşmak…Aix-en-Provence’den otobüs ile Cavaillon’a gelip, oradan Bonnieux Köyüne ulaşabilirsiniz…Yinede en sağlıklı ulaşım aracının “araç kiralama” olduğunu söylemeliyim..
Roussilion Köyünü diğer Luberon köylerinden ayıran en önemli özellik; “ köyün çevresinde Ochre adı verilen hardal sarısı ile terrakota kırmızısına yakın dalgalı tonları olan çok hoş bir toprak madeninin varlığıdır ” diyebiliriz…
1780 yıllarında Roussillon köyünden “Jean Etienne Astier” bu doğal pigmentin bir dizi işlem sonrası boya haline geldiğini keşfetti ve Fransa’da ilk aşı boyası üreticisi oldu.. 19. yüzyılda bu bölgede ciddi maden yatakları açıldı ve 1929 yılına kadar üretim çok etkileyici rakamlara kadar ulaştı…
Bu Pigment (Ochre) , o günden bu güne kadar genelde Provence evleri için sıva yapımında kullanıldı.. Çünkü bu pigmentle yapılan sıvaların ısıya ve güneşe karşı dayanıklı olduğu tespit edildi.. Sıva dışında ; kraft kağıdı, karton, seramik, kauçuk ve kozmetik üretimlerinde de kullanıldı..
1929 ekonomik krizi ve ardından sentetik boyaların geliştirilmesi, Ochre pigmentininin endüstriyel üretimini yavaşlattı ve 1980 li yılların başlarında tamamıyla sonlanmasına neden oldu..
Bu çok özel provence köyüne geldiğinizde yapacağınız şeyleri şöyle sıralayabiliriz : Grand Kanyon’a benzeyen Ochre ocaklarının bulunduğu “doğa parkı” nı gezmek (le sentier des ocres) , köyün ara sokaklarına dalarak rengarenk evlerin arasında kaybolmak ve zamanınız kalırsa “Le conservatoire des ocres” ‘i ziyaret etmek…
Biz arabamızı uygun bir yere park ettikten sonra ilk önce le sentier des ocres doğa parkını ziyaret ettik.. Bu alan Chausee des Geants olarak da adlandırılıyor.. Doğanın harika sunumunu görmek için köyün girişindeki tabelaları takip ettikten sonra reception’a varıyoruz..Bu alanı gezmek için iki seçenek var : Kısa Yürüyüş Turu (35 dk.) , Uzun Yürüyüş Turu (50 dk.)…Biz tercihimizi kısa turdan yana kullanıyoruz ve kendimizi ochre pigmentlerinden, çam ağaçlarından oluşan “harikalar diyarına” bırakıyoruz.. Bu çok farklı deneyimleri daha iyi fotoğraflamak için öğleden sonra yada “gün batımı” nı tercih edin…
Doğa parkı gezisi sonrasında bir kahve molası veriyor ve kendimizi köyün ara sokaklarına atıyoruz… Hardal sarısı ile terrakota kırmızısı tonlarındaki evlerin arasında kendimizi kaybediyoruz.. Belediye binasının olduğu meydan, Aziz Michael Kilisesi, Çan kulesi bu küçük köyü gezerken hemen karşınıza çıkacak yapılar..Bu arada butik mağazalar ve sanat galerileri dikkatimizi çekiyor…
İkinci Dünya Savaşı sırasında, İrlandalı oyun yazarı Samuel Becket Roussillon’a saklanmak için geliyor ve ünlü eseri ‘’Godot’yu Beklerken’’i yazıyor ve eserde köyden bahsediyor..Bunuda unutmayın…
Zamanınız kalırsa köyün hemen yakınındaki “le conservatoire des ocres” ‘ı ziyaret edin… Burası bir zamanlar Ochre pigmentinin üretildiği bir fabrikaymış.. Bugün bir sanat akademisi, araştırma merkezi ve endüstri müzesi konumundadır.. Le conservatoire des ocres, kadrosu gönüllülerden oluşan bir kooperatiftir.. Tüm yıl boyunca sergiler, gösteriler, kurslar, atölye çalışmaları ve araştırma projeleri devam ediyor.. Ana binanın arkasındaki arazilerde eski Ochre maden işleme tesisini keşfedebilirsiniz…Le Conservatoire des ocres’e gitmek için TIKLAYIN..
Ochre konusunda daha fazla bilgi edinmek ve farklı bir maden alanı görmek isterseniz köye 7 km uzaklıktaki “Mines de Bruoux” a gidebilirsiniz.
Roussillon’a ulaşmak için en uygun yol Avignon’u kullanmak.. 45 km civarında olan bu yolu değişik araçlarla katedebilirsiniz.. 1. yol: Avignon’dan tren ile Cavaillon kasabasına gelip, buradan 17 nolu otobüs ile Roussillon’a ulaşım sağlamak… 2. yol: Avignon’dan 15 nolu otobüs ile yola çıktıktan sonra “coustellet” köyünde aktarma yapıp Cavaillon’dan gelen 17 nolu otobüs ile Roussillon’a ulaşmak…Aix-en-Provence’den otobüs ile Cavaillon’a gelip, oradan da Roussillon’a ulaşabilirsiniz…Yinede en sağlıklı ulaşım aracının “araç kiralama” olduğunu söylemeliyim.
Roussilion Köyünden ayrıldıktan sonra heyecanımız daha da artıyor.. Sault’a doğru yola çıkıyoruz, daha doğrusu “Lavanta Tarlaları” na doğru.. Sault kasabası Luberon vadisine göre 350-400 metre daha fazla irtifaya sahip olduğu için orada Lavanta hasadı daha geç yapılmakta..Dolayısıyla alçak irtifada bulamadığımız Lavanta Tarlalarını burada bulmayı umuyoruz.. Veee gerçekten öyle oluyor.. Sault Kasabasına yaklaştığımızda birden müthiş bir manzara ile karşı karşıya kalıyoruz.. herkes gibi arabadan fırlayıp, kendimizi Lavanta Tarlalarının arasına atıyoruz…
( Lanvantaların Özellikleri, Fransa Lavanta Tarlaları Haritaları, Lavanta Mevsimi, kısacası “Lavanta” konusunda daha detaylı bilgi için “PROVENCE ve LAVANTA” yazımı okuyun…)
Lavanta ve buğday tarlalarının arsında, yüksekçe tepeye kurulmuş bir köy düşünün.. Tüm sokaklarının Lavanta koktuğunu, kalbinin Lavanta ile attığını düşünün…Burası Provence bölgesinde Lavantanın adeta başkenti olan Sault köyü..
Köye vardığınızda tarihi ve turistik olarak beklentinizi fazla yüksek tutmayın.. Köyün kimliği daha çok Lavanta ile özdeşleşmiş durumda..Sault köyüne hep “lavanta” çerçevesinden bakmaya çalışın..Sokaklardaki Lavanta türevi ürünler satan dükkanların varlığı bunun en güzel kanıtıdır.
Köyün rakımı 776 m., Mont Ventoux dağı zirvesine sadece 26 km. uzaklıkta ve bu durum ona farklı bir avantaj sağlıyor.. Neden mi ? Rakımı yüksek olduğu için Lavanta hasadı oldukça geç yapılan yerlerden birisidir.. Lavanta daha uzun süre tarlalarda kaldığı için “Lavanta Turizm Zamanı” daha uzun ve verimli oluyor… Lavantaların tarlalarda olduğu dönemde Sault; gezginlerin, fotoğrafçıların akınına uğruyor..Köy aynı zamanda buradan yapılan yürüyüş ve bisiklet turlarının başlangıç noktası olarak dikkat çekiyor.. Sault köyünde Ağustos ayının ortasında Lavanta ile ilgili çok özel bir festival düzenleniyor.. Sault ve Provence bölgesindeki diğer Lavanta festivalleri ile ilgili genel bilgi için http://www.fetesdelalavande.fr/ sitesini TIKLAYIN..
Köyde zamanınız olursa ; geçmişi 12. yüzyıla kadar uzanan bir kilise olan Église Notre Dame de la Tour’u gezebilir…Yan tarafında bulunan Penitents Blancs Şapeli’ni keşfedebilirsiniz… Tarih öncesi, roma ve ortaçağ döneminden kalma koleksiyonların olduğu Musee de Sault’a gidebilir, Çarşamba günü sabah kurulan pazarda alışveriş yapabilir, mavi renk panjur ve kapıları ile dikkat çeken evlerini fotoğraflamak için ara sokaklara dalabilirsiniz.. Chateau des Agoult kulelerini görebilir ve 1887’den bu yana açık olan “Andre Boyer” Pastanesinden bölgeye özel tatlar ve lavanta balları satın alabilirsiniz..
Sault’a ulaşmak için en uygun yol Avignon’u kullanmak.. 100 km civarında olan bu yolu uzun bir otobüs yolculuğu ile tamamlayabilirsiniz : Avignon’dan 15 nolu otobüs ile yola çıktıktan sonra Apt la Bouquerie köyünde aktarma yapıp 16 nolu otobüs ile Sault’a ulaşabilirsiniz..Yinede en sağlıklı ulaşım aracının “araç kiralama” olduğunu söylemeliyim.
Geceyi Sault köyünde geçiriyoruz.. Ertesi gün rotamızi ; ” Banon’a gitmek, daha sonra Apt ve Lourmarin kasabalarına uğradıktan sonra Aix-en Provence şehrine ulaşmak” şeklinde planlamıştık. Gece rotamız üzerinde konuşurken otel sahibi bayan söze karıştı ve bazı önerilerde bulundu. Özellikle yakın bir yerde bulunan “L’occitane” kozmetik fabrikasının tesislerini gezmek, indirimli alışverişten faydalanmak eşlerimizin dikkatini çekti ve “yüksek alışveriş ruhuyla” rotamızı değiştiriverdik.. Rotamız değişince Valensole kasabası civarındaki Lavanta tarlalarını gezme imkanı doğmuş oldu… Valensole bölgesindeki Lavantaların cinslerinin, görselliğinin daha farklı olduğunu bildiğimiz için yeni rota hoşumuza gitti… Bu arada gün sonuna doğru Provence’in göz bebeği Aix-en Provence‘e ulaşmak için sabırsızlanıyoruz.
Sabah erkenden yola koyuluyoruz. Hedefimizde, dünyaca ünlü “Banon Peyniri” ni keşfetmek var.. Sault’dan Banon’a doğru giderken Lavanta tarlalarının arasında seyahat etmenin keyfini çıkarıyoruz. Her taraf Lavanta tarlalarıla mos-mor, gerçekten bir rüya gibi… Yolda bir mola ihtiyacımız oluyor ve “revest du bion” köyüne giriyoruz. Su almak için girdiğimiz market de peynirler dikkatimizi çekiyor ve tadımlık almak için sorduğumuzda orada bulunan yaşlı sabah müşterileri klasik “banon peynirini” tavsiye ediyorlar. Tadımlık alıyor ve yola koyuluyoruz. Banon Peynirinin tadı mı ? : Harikaaa..
Revest du Bion köyünden çıkarken bir parkta ilginç görüntüler dikkatimizi çekiyor . Fransızların geleneksel oyunu ‘’petanque’’ (petank) oynayan yerel halkı bir süre oturup keyifle izliyoruz..
Banon’a yaklaşırken Lavanta tarlaları yanında “keçi çiftlikleri” nin arttığını görüyoruz.. Eee nede olsa Banon Peynirini adını veren köye gidiyoruz..
Banon, kuru sedir yapraklarına ince bir şekilde sarılmış ve bir rafya kurdele ile bağlanmış lezzetli keçi peyniri ile ünlü küçük bir köydür. 14. yy dan sonra şekillenmeye başlayan yerleşimden günümüze kalan görülesi yerler; kale duvarları, Katolik kilisesi, tepedeki Eglise Saint-Marc kilisesi, Arnavut kaldırımları, evlerin eski kapıları, yenilenmiş Hotel-Dieu sayılabilir..
Köyün tepesine çıkarsanız Calavon vadisi ve Lure dağınında olduğu nefis bir manzara sizi karşılayacaktır. Eğer mevsiminde giderseniz köyün çevresindeki Lavanta tarlaları sizi büyüleyecektir.
Cumartesi ve Salı günleri oralara giderseniz sabahleyin köy meydanındaki küçük pazarı kaçırmayın.. Meyve-sebze, giysi, hediyelik, yerel ürünler, en önemlisi de banon peynirinin tazesini bulabilirsiniz..
Banon’da meşhur Kitapçı “Le Bleuet” peyniri kadar ünlüdür.. Köy meydanına yakın bir yerde, karakteristik binasında, mavi panjurlarıyla müşterilerini her zaman beklemektedir.. Bu kadar küçük bir yerleşimde “ışık” yaymaya devam etmesi çok ilginç.
Banon Peyniri’ne burada önemli bir paragraf açmak istiyorum.. Bu kadar küçük bir köy ve köyden daha büyük bir üne sahip bir PEYNİR.. Bu hayret edilecek ve alkışlanacak bir durum. O kadar çok peynir çeşidine sahip ülkem adına; incelenmeli, tahlil edilmeli ve uygulanmalı diyorum..
Banon Peyniri, Roma döneminden beri yapılan-tüketilen ünlü bir peynir çeşididir. Keçi sütünden, pastörize edilmeden, çeşitli terbiye aşamalarından geçerek üretilir.. Kışın uzun süre muhafaza etmek için rafya ile “Kestane yapraklarına sarılarak” bekletilir. Kahverengi kestane yapraklı ambalajı ona farklı bir ayrıcalık ve hoş bir görüntü katmaktadır. Bu peynir ne kadar süre geçerse o kadar kaliteli tatlara ulaşır.. Bu yüzden en az iki hafta bekletilmelidir. Aromalı, yumuşak ve kremsi bir tada sahiptir.. Banon peyniri her mevsimde tüketilir ve genellikle kiraz veya incir reçeli yanında bir dilim kepekli ekmek üzerinde yenirse daha güzel olur..Taze meyveler ve şarap ile tavsiye ediliyor.
Banon Peyniri’ne 2003 yılında AOC : Appellation d’Origine Controlee (menşei-origin kalitesi garantisi) statüsü verilmiştir.. Bu belge bir nevi “coğrafi işaret” niteliğindedir ve peynirin tanıtım ve kalite gücünü kuvvetlendirmiştir..
Peynirin tanıtımı için her mayıs ayında köyde “Peynir Festivali” düzenleniyor. Her yıl farklı tarihlerde yapılan bu festival sırasında; eğlenceler düzenleniyor, yarışmalar yapılıyor, sergiler açılıyor ve peynirin tüm dünyaya tanıtımı sağlanıyor.
Banon’a ulaşmak için Avignon veya Aix-en Provence gitmeniz gerekiyor. Avignon’dan 120 km. mesafesi var ve 15 nolu otobüs ile yola çıktıktan sonra Apt köyünde aktarma yapıp 16 nolu otobüs ile Banon’a ulaşabilirsiniz..Aix-en Provence’den ise 100 km. mesafesi var ve Gar’dan LER29, LER28, LER25 otobüslerinden birisi ile yola çıktıktan sonra Manasque kasabasına varıyorsunuz, oradan da B1 nolu otobüs ile Banon’a ulaşabilirsiniz. Yinede en sağlıklı ulaşım aracının “araç kiralama” olduğunu söylemeliyim.
L’occitane dünyaca ünlü bir kozmetik markası.. Özellikle logosunda da yer verdiği gibi Provence bölgesinin simgesel bir ürünü.. Gerek Provence bölgesinden, gerekse dünyanın başka yerlerinden topladıkları çiçekler ile harika ürünler yapıyorlar..Manasque kasabasında her zaman ziyaret edebileceğiniz bir fabrikası var.. Burada fabrika satış mağazasından indirimli ürünlerini satın alabilirsiniz.. Mağazanın hemen yanında bir müze var. Bu müzede firmanın geçmişini, ilk kullanılan makinaları, videolar ile çiçek toplama ve üretim aşamalarını takip edebilirsiniz..Fabrika üretim aşamalarını gezmek istiyorsanız ücretsiz turlar düzenleniyor.. Fakat daha önceden randevu almanız gerekebilir.. Randevu ile ilgili link’i paylaşıyorum : https://fr.loccitane.com/l-occitane-vous-invite-a-manosque,74,1,87871,1107736.htm
Valensole Kasabası‘na fabrika ziyareti sonrası gitmeyi planlıyorduk..Valensole’de bulunan Lavantaların diğer bölgelere göre daha farklı olduğunu öğrendik. Tohum cinsi daha değişik olduğu için, hacimli ve dolgun bir yapısı varmış..Fabrikanın bahçesinde cafelerini yudumlayan elemanlara “valensole lavantalarının durumu hakkında soru sorduğumuzda…” , “oradaki lavantalarının hasadının geçen hafta bittiğini, çok fazla tarla bulamayacağımızı, gitmeye değmeyeceğini” söylediler… Bu durum bizde kısa bir ŞOK etkisi yarattı.. Lavanta izinde gezi yapmanın böyle riskleri var.. Hasat zamanı “mevsimsel-iklimsel etkilere çok bağımlı” olduğu için her yıl farklı zamanlarda ürün tarladan kaldırılabiliyor.. Unutmayın !!! Rotamız Aix-en Provence…
Marsilya’ya 25 km uzaklıkta bulunan Aix-en-Provence tarih, kültür, sanatın ön planda olduğu bir yerleşimdir.. Şehirde kurulmuş bulunan 4 adet üniversite, yüksekokullar ve sanat okulları ile bir “öğrenci şehri” kimliğini hak etmektedir. Ünlü ressam Paul Cezanna’nın burada doğup yaşamış ve eserler vermiş olmasıyla sokaklarına hem ressamın, hem sanatın sindiği bir şehirdir. Diğer taraftan şehrin 10 km kuzeyinde bulunan St. Victoire dağı eteklerindeki manzaralardan Picasso ve Cezanne’nin etkilenmiş olması ve eserler vermiş olmaları şehrin sanatsal havasını kuvvetlendirmektedir..
Aix-en Provence şehrinin sanat ve tarih kokan havasını daha iyi anlatmak için geniş bir yazı hazırladım.. Aix-en Provence şehri ile ilgili daha fazla bilgi için ” Aix-en Provence ve yaşam” yazımı okuyun.. Bunun için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz.. ⇓⇓⇓
“Vaucluse Provence Pass” kartı bu bölgede size çeşitli imkanlar sunar…2, 3, 5 günlük kullanımlı kartlar farklı fiyat tarifelerinde satılmaktadır.. Bu kartı aldığınızda; ücretsiz müze-anıt girişleri, rehberli turlar ücretsiz olarak sunulmaktadır.. Ayrıca bölgedeki bazı aktivitelerde özel indirimler bulunmaktadır…Kart ile ilgili daha fazla bilgiye yukarıdaki linki tıklayarak ulaşabilirsiniz..
Bu kart ile ilgili uygulamayı indirerek gezilecek yerler hakkında daha detaylı bilgi edinebilirsiniz.
Like!! Really appreciate you sharing this blog post.Really thank you! Keep writing.